Tencere Dibin Kara…
Belli ki Batı; İslâm ülkelerinin nükleer bir kapasiteye sahip olmalarını istemiyor. Ya da o bahaneyle, İslâm ülkelerine saldırmak için bunu argüman olarak ileri sürüyor.
İslâm ülkelerinin gerek teknolojik, gerek sosyolojik, gerekse ekonomik; kısacası modernite alanında attıkları her adım, her çaba onların keyiflerini kaçırmakta, kaçırmaya da devam etmektedir.
Ne hikmetse, kendilerine reva gördüklerini herhangi bir İslâm ülkesine görmeyip, bu doğrultuda onlara bir tehdidi, bir saldırıyı meşru bir hak olarak görüyorlar...
Bugün en küçük devletlerin bile nükleer bir kapasitesi olduğu bilinmektedir.
Perde arkasında açıkça Trump’ın olduğu bilinen İsrail-İran savaşının, bu nükleer kapasite ile ilgili bir bahane olduğu açıkça bellidir.
Tarih, başka versiyonlarla durmaksızın tekerrür ediyor.
Mesela, İkinci Körfez Savaşı’nda “özgürleştirme” adı altında Amerika’nın işbirlikçi ülkelerle Irak’ı işgal etmesi, yine bu nükleer kapasite ile alakalı değil miydi?
Amerika ve yandaşı ülkeler, özgürleştirme bahanesiyle Irak’ı işgal etmelerinin asıl nedeni; Irak’ın nükleer kapasitesine direkt olarak bir müdahale çabasıydı.
Bu konu ile ilgili, bu sefer hedefte İran var.
İsrail; yaptıklarına meşru bir kılıf uydurmak için, yine bu nükleer hikâyeden ilhamlanarak çoluk çocuk, genç yaşlı demeden savaşın en acımasız tarafını göstermeye çalışıyor...
Tabii bunca sadistliğin arkasında, biraz da Selahaddin Eyyubi’nin geçmişte onlara tattırdığı kuyruk acısı da var.
Oysa İsrail’in; halkından bile sakladığı, büyük oranda nükleer santrallere sahip olduğu tüm dünya tarafından biliniyor...
Yani burada hem hırsız hem Yavuz rolünü üstlenmiş durumda; ya da “Tencere dibin kara; seninki benimkinden de kara…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.