BİR KANSER HASTASININ KALEMİNDEN RADYOTERAPİ
Radyoterapi… Kelimenin kendisi bile soğuk ve ağır bir anlam taşır. İçinde "ışık" barındırsa da bu ışık ne bir güneşin sıcaklığına ne de bir yıldızın umuduna benzer. Bu ışık, teninize nüfuz eder, hücrelerinize dokunur, ama ruhunuzda derin yarıklar bırakır.
İlk seansınıza gitmeden önce içinizde bir belirsizlik hüküm sürer. Doktor, prosedürü açıklamıştır.
"Hiçbir şey hissetmeyeceksiniz," demiştir.
Ama bu "hissetmemek," yalnızca fiziksel anlamda bir vaattir.
Peki ya ruhunuz?
Peki ya bedeninizin içindeki görünmez yangın?
Radyoterapi odası...
Soğuk, sessiz ve gri.
Makinenin metalik gövdesi, duvarlardaki beyazlıkla birleşip insanı küçücük hissettiren bir manzara yaratır. Bu odaya her girdiğinizde, sanki kendi bedeninizden biraz daha uzaklaşıyorsunuz.
Hemşire sizi sakin bir sesle yönlendirir; bir yatağa yatmanız, hareketsiz durmanız gerekir. Ama bu hareketsizlik, yalnızca dışınıza aittir. İçinizde fırtınalar kopar.
Radyoterapi makinesi çalışmaya başladığında, hiçbir şey hissetmediğinizi düşünürsünüz. Sadece bir ışık huzmesi, derinizin altına sızar.
Ama o anda göğsünüzde bir ağırlık belirir; sanki bir el, ciğerlerinizi sıkıca kavramış ve nefesinizi çekip alıyordur. O ilk ışın, yalnızca tümörünüzü değil, bedeninizin geri kalanını da hedef alır.
İlk başlarda her şey daha katlanılabilir gelir.
Hafif bir yorgunluk, biraz halsizlik…
Ama seanslar ilerledikçe bedeninizin her köşesi radyoterapinin etkilerini taşımaya başlar. Derinizde, önce bir yanma hissi belirmeye başlar.
Sanki güneş altında saatlerce kalmışsınız gibi… Ama bu, geçici bir sıcaklık değildir. Teniniz kızarır, sonra soyulmaya başlar.
Her sabah aynada kendinize baktığınızda, o kızarıklıkların yayıldığını görmek sizi korkutur.
Zamanla bu yanıklar, yalnızca cildinizle sınırlı kalmaz. İç organlarınızda bir yangın başlar. Yutkunmak bir işkenceye dönüşür, yemek yemek bile bir meydan okuma haline gelir.
Sanki her lokma, boğazınızdan geçerken cam kırıkları taşıyordur. Vücudunuzdaki her hücre, bu savaşın izlerini taşır.
En zoru ise yorgunluktur.
Radyoterapi, yalnızca kanser hücrelerinizi değil, yaşam enerjinizi de hedef alır. Sabahları yataktan kalkmak, ağır taşlarla dolu bir vücudu kaldırmaya çalışmak gibidir.
Yürümek, konuşmak, hatta nefes almak bile çaba gerektirir. İnsan, kendi bedenine yabancılaşır. Eskiden size ait olan bu beden, şimdi bir savaş alanına dönüşmüştür.
Ama işin asıl acısı, bu savaşın sessizliğindedir. Radyoterapi, dışarıdan görünmeyen bir savaştır. İnsanlar size baktığında, yalnızca yüzeydeki izleri görür.
Ama kimse, içten içe yanan o yangını, boğazınıza düğümlenen acıyı, her nefes alışınızda hissettiğiniz o ağırlığı bilemez.
Bu savaşta yalnızsınız; dışarıdan gelen hiçbir ses bu sessiz çığlıkları bastıramaz.
Her radyoterapi seansının ardından, hastaneden çıkıp dünyaya geri döndüğünüzde, hayat size daha uzak gelir.
Sokaklarda yürüyen insanlar, gülüşmeler, sohbetler…
Bunların hepsi, sizin dünyanızdan çok uzakta gibidir. Artık siz, iki farklı dünyada yaşayan birisinizdir. Bir dünya, radyoterapi odasındaki soğuk gerçek; diğer dünya, dışarıdaki normal hayat.
Ve yine de... Her acıya, her zorluğa rağmen, içinizde bir umut kıvılcımı taşırsınız. Çünkü bu savaşın sonunda kazanan taraf olmak istersiniz. Her yanık, her sancı, her yorgunluk dalgası, sizin azminizi törpülemek yerine güçlendirir. Bir gün, o makinenin altına son kez yatacağınızı bilmek, sizi ayakta tutar.
Radyoterapi, bir cehennem yolculuğudur. Ama aynı zamanda yeniden doğuşun başlangıcıdır.
Her acının ardından, hayatta kalmanın kıymetini daha derinden hissedersiniz. Çünkü bu süreç, size yalnızca yaşamayı değil, her nefesin bir zafer olduğunu da öğretir.
Ve o zaferi hissettiğiniz an, içinizdeki tüm yangınlar birer birer söner, yerini sessiz bir huzura bırakır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.