Demir Leblebi
Uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşım bana ilham verdi bu hafta yazarken. Aslında ona bakarken, onu dinlerken kendimi sorgulamama sebep veren bir insan. Hayatla mücadelesi hep başkalarıyla. Hep sevgiyle... Sevilme arzusu o kadar fazla ki sevilmek için sevmek tohumları atması gerektiğinin farkında bile değil. Ona söylenilen hiçbir sözün tesiri yok. Hep hakli. Hep alacaklı bu hayatta. Bazen her birimiz de kendimizi öyle hmiyor muyuz zaten! Çocukları olan, eşi olan birçok sıfata sahip bir insan. Her birimiz gibi hayatın verdiği birçok görev ve sorumluluklara var! Fakat sahip oldukları yetmiyor bazen manevi olarak. Sevin beni! Sevin beni! diye çığlıklar atıyor sürekli. Bir türlü tatmin olamıyor. Bu arayış, bu bekleyiş o kadar korkutucu ki... Her an hata yapmaya yanlışa düşmeye o kadar müsait ki..
Ben hayatım da olan her insana kendimden ne görüyorum diye bakıyorum. Eleştirmek haddim değil hâşâ. Ama ona baktığımda kendi eksiğimi görmek daha kolay. Kimse kendine hata konduramıyor ne yazık ki....
Hepimiz hayatımızda ki insanları değiştirmeye çalışıyoruz. Hâlbuki değişim bizle başlar. Eğer değişmeyi başarabilirsek işte o zaman herkesin bize karşı değiştiğini fark edeceğiz. Bir insan bize saygısızlık yapıyorsa önce bizim ona verdiğimiz izni sorgulamalıyız. Biri bizi sevgisizlik ile cezalandırıyorsa o zaman biz onu ne kadar seviyoruz ne kadar gösteriyoruz ona bakmalıyız.
İşin aslı biz hayattan ne istiyoruz?
Bu sorunun cevabını bulduğumuzda da bakmalıyız biz istediğimizi veriyor muyuz? diye. Bütün parçaları birleştirince de eğer kendimize düşeni de yaptıysak ondan sonrası "teslimiyet" işte.
En zoru...
İnsan her şeyi yapabiliyor da teslim olmak, beklemek, hayırlısını kabul etmek tam bir "demir leblebi". İşte o sınavı da geçtikten sonrası iki dünya da cennet. Tabi geçebilene...
Hayatımızda ki herkes bizim birer parçamız aslında. Onların her birinde bize benzeyen, bizi çeken bir parça var. Ben bir süredir herkes de ki parçama bakıyorum. Kendimde olmasını istemediğim bir parça mı diye. Ne yaparsam yapıyım değişmeyen, sürekli şikâyet eden, kıran, bencil parçalarımı istemiyorum artık. Evet, herkesin bir görevi olabilir hayatımızda. Ama ben vazgeçiyorum artık o parçalardan. Görüp kırılmaktansa, konuşup günaha girmektense ben "eyvallah" diyorum artık. Duama almayacak kadar asla kırgın değilim kimseye. Hele hele bu kadar duaya ihtiyacımız olduğu bu zamanlarda. Hesabımda yok kimseyle. Ödenmemiş hesapları da ben ödedim sıkıntı yok.
Bu yazıyı yazmama vesile olan insana da teşekkürler.. Bana sevmenin sevilmekten kıymetli olduğunu gösterdin. Seninde hayatımdaki görevin buymuş. Ama özür dilerim ben artık hayatımdaki ayrık otu olan insanlara sürekli çapa vurmaktan yoruldum. Toprağımı temiz tutma derdindeyim. Dilerim bir gün sende güzel tohumlar ekmeyi başarabilirsin ve o zaman toprağında güzellikler kök salar.
İnsanlık olarak maddi manevi imtihanlardan geçtiğimiz bu zamanda ben kendi yolculuğumdan bir parça paylaştım sizlerle. Belki bir nebze olsun farklı bir manzaraya baksanıza vesile olur. Sürekli olumsuz konuşup, ülkemizin hakkında kötü yorumlar yapıp, yerimizde sayıp, boş boş konuşmaktansa harekete geçeriz. Rabbimizin bize ilk emri olan "Oku" emrini hatırlayıp o emre itaat ederiz. Okumak, bilmek, öğrenmek bizi geliştiren değiştiren en güzel sebep. Öğrendikçe insan bakmıyor görmeye başlıyor. Maddeden çok manayı arıyor. Bu kadar ağır olan dünya elbisesi insanın üstünde hafifliyor. Gelecek kaygısı yerini anı güzelleştirmeye bırakıyor. Son yıllarda zaten geleceğin bize ne sürprizlerle geleceğini tahmin bile edemeyeceğimizi gördük zaten. Biten yaşamlar, altüst olan hayatlar ve nice acı hikâyelere beraber şahit olduk. Şimdi tekrar ayağa kalkma vakti. Temizleyin ayrık otlarınızı ekin güzel tohumlarınızı güzel düşünün ,güzeli çağırın, herkese güzellik bulaştırın ve bolca dua edin..
Ondan sonrası dedim ya "Teslimiyet" yani Demir Leblebi...
ELİF SİRKECİ
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.