Doğa İnsana Huzur Verir mi?
İnsan, varoluşunun anlamını gürültüde aradıkça kendinden uzaklaşır. Oysa doğa, hiçbir çabaya ihtiyaç duymadan anlamla doludur. Bir ağacın büyüme kaygısı yoktur; o sadece var olur. Nehir, yönünü sorgulamaz; akar. Bu yalınlık, insan zihninin karmaşasına bir aynadır.
Antik filozoflar doğayı “physis” olarak tanımlardı; yani kendi kendine var olan, kendi yasalarıyla işleyen bir düzen. Her şeyin kaynağı olarak görülen doğa, insanın sadece içinde yaşadığı bir çevre değil, aynı zamanda onun varoluşsal temelidir. Thoreau’nun Walden Gölü kıyısında aradığı şey tam da buydu: Sade bir hayatın içinde, doğanın ritmiyle uyumlu bir varoluş.
Modern insan için doğa genellikle bir “kaçış” alanıdır. Hafta sonu gidilen bir orman yürüyüşü, deniz kenarında birkaç saatlik bir mola... Ama aslında doğa, kaçılacak bir yer değil; hatırlanacak bir köktür. Çünkü insan, doğadan ayrı bir varlık değildir. Onun bir parçasıdır, tıpkı taş gibi, ağaç gibi, kuş gibi.
Doğa huzur verir, çünkü orada insan kendisi olmaya mecbur kalır. Maske takamaz, rol yapamaz, üstünlük kuramaz. Ağaç seni yargılamaz, gökyüzü senden beklentiye girmez. Bu beklentisizlik, bu koşulsuz kabul, insana gerçek bir özgürlük ve dinginlik sunar.
Heidegger der ki: “İnsan, varlıkla ilişkisini unuttuğunda kaybolur.” Doğa, bu unutuluşun karşısında duran sessiz bir hatırlatmadır. Ne kadar uzakta kalırsak kalalım, orada bir yerlerde hâlâ rüzgâr esiyor, su akıyor ve hayat kendi döngüsünde devam ediyor. Doğanın bu sadeliği, insanın karmaşık varoluşuna sessizce ışık tutar.
Belki de doğa, bizi iyileştirmez. Sadece bizi kendimize döndürür. Huzur da zaten oradadır: Dışarıda değil, içinde.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.