Zaman öylesine hızlı akıp gidiyor ki; Günler, haftaları, haftalar, ayları, aylar, yılları takip ediyor. Bir bakıyorsunuz Pazartesi, haftanın ilk günü, toplantılar, yoğun günlük işler. Koşuşturmalar sanki tüm işleri bugün bitirecek gibi, telaşlıyız, yapılması planlanan işlerin listesi bir bir karalanıyor. Ertesi gün oluyor aynı tempoyla devam ederken nasıl geçmiş anlayamadan hafta sonu gelmiş. Bu koşuşturmalarımız esnasında bazen en değerli varlığımız olan, hayatımızın olmazsa olmazları, en sevdiklerimizi ihmal edebiliyoruz. Aşağıda anlatacağım hikâye bu koşuşturmalarımız esnasında önceliklerimizi hayatımızdaki Büyük Taşları belirlememiz, onların öneminin farkında olmamızla ilgili olduğu için sizinle paylaşmak istedim.
Bu hikâye; Northwestern Üniversitesi işletme bölümü mastır öğrencileri ile zaman yönetim dersi profesörü arasında geçer:
Profesör sınıfa girip karşısında duran, dünyanın dört bir tarafından gelmiş en seçkin öğrencilerine kısa bir sure baktıktan sonra; Bu gün zaman yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız. Dedi. Kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarıp ardından yumruk büyüklüğünde taşları alıp büyük bir dikkatle taşları kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha fazla taş almayacağından emin olduktan sonra öğrencilere döndü ve bu kavanoz doldu mu? Diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan doldu diye cevapladılar.
Profesör öyle mi? Dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilere dönerek bir kez daha bu kavanoz doldu mu? Diye sordu. Bir öğrenci dolmadı herhalde diye cevap verdi. Doğru dedi.
Profesör yine kürsünün altına eğilip bu defa bir kova kum çıkarttı ve kumu kavanoza boşaltarak taşların ve mıcırların arasına yerleşmesini sağladı. Tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sordu öğrenciler, hep bir ağızdan: Hayır! Diye cevapladılar. Güzel dedi ve bu defa bir sürahi su alarak kavanoza boşalttı. Sonra öğrencilere dönerek: Bu deneyin amacı ne olabilir? Diye sordu. Uyanık öğrencilerden biri: zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün aslında ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır. Diye yanıtladı.
Hayır dedi Profesör bu deneyin esas amacı eğer büyük taşları baştan yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri asla kavanozun içine yerleştiremezsin gerçeğidir.
Profesör devam etti nedir hayatımızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, hayalleriniz, sağlığınız, eğitiminiz vs. büyük taşlarınız bunlardan biri, belki bir kaçı, belki de hepsi. Bu akşam uyumadan önce iyice düşünün sizin büyük taşlarınız hangileri iyice karar verin.
Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk başta yerleştirmezseniz bir daha asla yer bulamazsınız... Çocuklarımızla Konuşalım!
Bir çocuğun bakış açısıyla yazılmış aşağıdaki hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi.
Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi. Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Susunca Babamla Daha İyi Anlaşıyoruz.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli bir şey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim çocuğum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi. Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bir Aile Tablosu
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi. Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya. Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı Duyduklarına inanamıyorlardı Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecek gibiydiler.
Farkında Olmalı İnsan...
Kendisinin, sahip olduklarının ve kıymetini bilemediklerinin, Hayatın, olayların, gidişatın farkında olmalı. Ömür Dediğin Üç Gündür, Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür, O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O da Bugündür. Bugün bize Yüce Allahın bahşetmiş olduğu bir gündür ve bugün belki de... Hiç birimiz yarınımızı garanti edemiyoruz değil mi? Öyleyse büyük taşlarımıza öncelik verelim. Ailemize, çocuklarımıza zaman ayıralım onlarla konuşalım, ortak zamanlar oluşturalım ne dersiniz o gün bugün olsun mu? Sevgili Dostlarım.