Küfür: Dilin Çöküşü mü, Duyguların Taşması mı?
Günümüz toplumunda küfür, neredeyse her sosyal ortamda karşımıza çıkan, kimileri için sıradanlaşmış bir ifade biçimi. Sokakta, trafikte, sosyal medyada ya da ekranlarda... Artık küfür, sadece öfkenin değil; şaşkınlığın, sevincin hatta bazen mizahın da aracı olmuş durumda. Peki, bu normal mi? Daha da önemlisi, bu sıradanlaşma bize ne kaybettiriyor?
Dil, bir toplumun düşünce biçiminin aynasıdır. Küfür ise dilin en kırıcı, en hoyrat hali. Her ne kadar bazıları için “duygu boşaltımı” olsa da, işin özünde çoğu zaman karşıdakini aşağılayan, küçülten, yok sayan bir tutumdur. Özellikle çocukların ve gençlerin rol model olarak gördüğü figürlerin küfürlü dil kullanması, bu sorunu daha da derinleştiriyor. Çünkü dil bir alışkanlıktır; neyi sık duyarsak, onu normalleştiririz.
Küfürün sıradanlaşması, empati duygumuzu da törpülüyor. Karşısındakine hakaret etmeyi “özgürlük” sanan bir anlayış, aslında ifade özgürlüğünü değil, saygısızlığı yüceltiyor. Oysa düşüncelerimizi ifade etmenin sayısız yolu var. Dili zenginleştirmek, iletişimi geliştirmenin ve toplumsal barışı korumanın anahtarıdır.
Elbette kimse robot değil; öfkelendiğimiz, incindiğimiz anlar olur. Ama önemli olan, bu anlarda bile kendimize hâkim olup kelimelerimizi seçebilmek. Çünkü kelimeler, sadece dudaklarımızdan çıkmaz; karakterimizi de dışa vurur.
Sonuç olarak, küfür bir kültür meselesidir. Ve bu kültürü dönüştürmek, önce bireysel farkındalıkla başlar. Belki de ilk adım, bir dahaki öfkemizde sustuğumuzda, en güçlü cümleyi kurduğumuzu fark etmektir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.