Türkiye’de siyaset uzun süredir bir perde arkasından izleniyor. Fakat artık perde kalktı, oyuncular netleşti, sahne ise karmaşa içinde. Özellikle muhalefet cephesi, “iktidarı denetleme” görevinden uzaklaşmış durumda. Kendi iç çekişmelerine gömülmüş, halktan kopmuş ve güven vermeyen bir görüntü sergiliyor.
Muhalefetin bazı isimleri, Türkiye’nin dış politikasında hangi ülkenin çıkarlarını koruduğu belirsiz bir tavır sergiliyor. Karabağ’dan Gazze’ye, Suriye’den Avrupa Birliği meselelerine kadar birçok alanda millî değerler yerine dış odaklı söylemler ön planda. Bazı figürler, Türkiye’nin diplomatik çizgisine muhalefet etmeyi adeta “etik duruş” sanıyor.
Yerel yönetimlerde kontrol ellerindeyken, dev projelerle gündem yaratmak yerine; sokakların temizlikten yoksun, ulaşımın düzensiz, sosyal hizmetlerin aksadığı bir şehircilik anlayışı hâkim. İstanbul bunun en büyük örneği. Rant ilişkileri, şeffaflıktan uzak bütçeler, açıklanamayan harcamalar… Belediyecilik, hizmetten çok ihale pazarlıklarına indirgenmiş durumda.
Muhalefet partilerinde öyle bir sistem oluşmuş ki, “hesap sormak” yerine “pay kapmak” öncelikli olmuş. Skandal sonrası ortaya çıkan itirafçılar bile yine aynı yapıdan geliyor: rüşvet veren, alan, dosyayı kapatan… Hepsi aynı çatı altında. Bu tiyatronun her sahnesinde aynı aktörler oynuyor ama perde kapanmıyor. Çünkü yeni sezonun adı değişiyor, senaryo aynı kalıyor.
Ve halk nezdindeki karşılık? Erime. Soğuyan umutlar. Kaybolan güven. Özellikle gençlik, artık “değişim” diyen ama kendi statüsünü korumaktan başka derdi olmayan siyasileri ayırt edebiliyor. Türkiye gibi genç nüfusa sahip bir ülkenin geleceği, siyaseti şov yerine çözüm odaklı yöneten kadrolarla şekillenmeli. Bugünkü muhalefet ise sadece gürültü üretip çözümden uzak duruyor.
Türkiye’de siyaset, yalnızca kavramlar ve ideolojiler üzerinden değil, aynı zamanda icraatlar ve halka dokunan hizmetlerle anılmalıdır. Ancak bazı siyasi oluşumlar, bu temel ekseni yitirip kendini iç çekişmeler, çıkar ilişkileri ve algı yönetimleriyle tanımlamayı tercih ediyor. Bu noktada Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) geldiği nokta, sol siyasetin yozlaşma sürecini özetler niteliktedir.
CHP’nin Türkiye’nin millî meselelerine karşı takındığı tavır, toplumun geniş kesimlerinde derin hayal kırıklığına yol açmıştır. Karabağ meselesinde Azerbaycan’ın yanında durmak yerine Ermeni söylemleriyle örtüşen açıklamalar yapılması, Suriye’de katil rejimlere karşı durmak yerine mazlumların acısının gölgelenmesi, Gazze’de ölen çocukların acısını yalnızca siyasi gündem malzemesi olarak kullanmak bu tutumun örnekleridir.
Peki bu tutumlar gaflet midir, yoksa bilinçli bir tercihin ürünü mü?
Seçimlere yıllar varken bazı CHP’li yöneticilerin sokakları hareketlendirmeye yönelik çağrıları, üniversite gençliği üzerinde kurulan baskı ve yönlendirmeler demokratik süreçlerin ruhuna aykırıdır. Türk polisine yöneltilen şiddet içerikli eylemler, ideolojik değil düpedüz kriminaldir. Gezi olaylarından bu yana bu tür eylemlerle gençlik mobilize edilmeye çalışılırken, asıl hedef siyasi kazanç elde etmektir.
Geçmişte bazı CHP ilçe örgütlerinin sosyal medya üzerinden “sokağa çıkın” çağrıları yaptığı anlar, kamuoyunda tepkiyle karşılanmış; hatta birçok CHP’li seçmen dahi bu tarz yönelimleri “akıl dışı” bulmuştur.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, büyük bütçesiyle Türkiye’nin en önemli yerel yönetimlerinden biridir. Ancak İBB’deki gelişmeler yalnızca belediye sınırlarıyla sınırlı kalmamış, CHP’nin genel merkez kadrolarını da kapsayan bir yolsuzluk zincirine dönüşmüştür.
Örnekler:
Bu tablo, halkın gözünde CHP’nin “hizmet odaklı” değil, “rant odaklı” bir organizasyona dönüştüğü algısını pekiştirmiştir.
Belki de en trajikomik gelişme şudur: Yolsuzluk iddiaları, sistemin dışından değil partinin içinden geliyor. İhaleyi veren CHP’li, alan CHP’li, rüşveti veren de alan da aynı partiden… Sonra ne oluyor? Pay kavgası büyüyünce bir CHP’li çıkıp “Beni dolandırdılar” diyor, kamuoyuna itiraflar yapıyor. Amaç hesap vermek değil, pastadan daha büyük bir dilim koparmak.
Geçmişte yaşanan benzer vakalar:
Özgür Özel gibi isimlerin bazı çevrelerce “skandal savunucu” olarak anılması, Ekrem İmamoğlu’nun dış politikaya yönelik açıklamaları ve CHP içindeki hizipçi çekişmeler, partinin uzun süredir devam eden erime sürecini hızlandırmıştır.
Son anketlerde görülen oy kaybı, yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda güven kaybı olarak okunmalıdır. Artık vatandaş, sadece siyasi duruşa değil, karaktere de oy veriyor.
Bu düzen sürdürülemez. Türk halkı, milletin hakkını yiyenlerle seçim sandığında, vicdanında ve tarihin terazisinde hesaplaşır. CHP’nin bugünkü yönetimi, Cumhuriyet değerlerine değil, çıkar ilişkilerine hizmet etmektedir. Bir siyasi parti için en büyük çöküş, halkın gözündeki itibarıdır. O itibar; çuvallarla taşınan paralarla değil, halkın gönlündeki yerle ölçülür.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.