Ölülerimize Karşı Görevlerimiz
Bütün canlı varlıklarda olduğu gibi insanın da belirli bir ömrü ve takdir edilmiş bir eceli vardır. Bu Allah’ın ilahi kanundur. İslam’a göre ölüm; bir son ve yok oluş değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Bu nedenle insana duyulan saygı, ölümle sona ermez. Onun manevi hatırasına duyulan saygı devam eder, dualarda ve sohbetlerde hayırla anılır.
Şüphesiz ki ölüm; geride kalanları üzen bir olaydır. Peygamber efendimiz, bir musibet veya ölüm haberi duyunca; şu ayeti okuyarak Allah’a olan teslimiyetini ve bağlılığını ifade etmiş, Müslümanlara da böyle davranmalarını tavsiye etmiştir.
"O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler." (Bakara; 156)
Ölen bir Müslüman’ı yıkamak, kefenlemek cenaze namazını kılıp dua etmek ve bir kabre defnetmek müminler için farz-ı kifayedir. Bu nedenle ölüm olayı tahakkuk edince, söz konusu işlemler yakınları veya komşu, dost ve arkadaşları tarafından süratle tamamlanmalıdır. Hiç kimsesi olmayan Müslümanlar için bu görevleri yaptırmak devletin görevidir.
Ölene ağlanır, arkasından ağıt yakılır mı?
Ölünün başında, cenazenin defninde ve kabir ziyareti esnasında bağırıp çağırmadan, yaka paça yırtamadan sessizce ağlamak caizdir. Çünkü bu tür bir ağlama insanlardaki acıma ve merhamet duygusunun dışa yansımasıdır.
Hz. Muhammed’in oğlu İbrahim vefat edince hüzün ve teessüründen dolayı gözyaşlarını tutamamış bu olayı gören bir sahabe;
-“Siz de mi ağlıyorsunuz? Siz ağlamayı yasaklamamış mıydınız?" diye sorması üzerine Hz. Peygamber (a.s);
-“Hayır! Ben (insanı isyana sürükleyen ) iki sesi yasakladım: Bir musibete uğradığında yüzleri tırmalayıp yaka paça yırtarak ağlamak ve insanı günaha götürecek sözleri terennüm etmek”
Ölünün arkasından ağlanır fakat yaka paça yırtarak ağıt yakılmaz.
Kabir ziyaretinin önemi
Kabir ziyareti; tarihin her döneminde insanın ilgi, merak ve heyecanına neden olmuştur. Kabirlere mezar denmesinin bir sebebi de budur. Çünkü mezar ziyaret edilen yer anlamına gelmektedir. Bu yüzden günümüzde; "mezarı ziyaret" ifadesi, "kabri ziyaret" ifadesinden daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Başlangıçta iyi niyetle yapılan kabir ziyaretleri zamanla ifrat çizgisini aşarak bid’at, hurafe ve batıl inançlara neden olmuştur. Bu sebeple bazı dönemlerde ve bölgelerde mezarlıklar bir umut kapısı haline gelmiştir. Başları darda kalan, hastalıklarına şifa arayan bazı kimseler deva ve şifayı mezarlıklarda aramışlardır. İslam’ın doğuşu sırasında Arabistan’daki müşrikler ölülerden medet bekliyorlardı.
İnsanlara “tek Allah inancını” getiren İslamiyet; şirk, küfür, batıl inanç ve benzeri davranışların canlanmasına yol açabilecek hareketleri yasaklamıştır. Kabir ziyareti de bunlardan biridir. Nitekim Hz. Muhammed İslam’ın inançla ilgili prensipleri Müslümanlar tarafından iyice anlaşılıp gönüllere yerleştirilinceye kadar kabir ziyaretini yasaklamış, ancak iman prensipleri kalplere yerleşip, batıl inançlara sapma endişesi ortadan kalkınca; kabir ziyaretine izin vermiş, hatta teşvik etmiştir. Şu hadisi şerif de bu hususu açıklamaktadır:
“Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, (şimdi buna izin veriyorum.) Onları ziyaret ediniz. Çünkü bu ziyaret size ahireti hatırlatır.”
Kabir ziyareti yapanların ölüleri şöyle selamlamaları ve dua etmeleri tavsiye edilmiştir: “Selam sizlere ey Mümin topluluklar yurdunun sakinleri! Kuşkusuz ki, bizler de inşallah size kavuşacağız.” Sünnet olan kabirleri ayakta ziyaret etmek ve yine ayakta dua etmektir.
İnsan sağlığında yaptığı ibadet, iyilik ve hayırların karşılığını öldükten sonra göreceği gibi, geride kalan yakınlarının yapacakları duadan, hayır ve hasenatın da yararını görecektir. Peygamberimiz ’in şu hadisi bu gerçeği ifade etmektedir:
“İnsan öldüğü zaman ameli sona erer. Ancak üç sınıf insanın ölümünden sonra da amel defterine sevap yazılır.1-Sadaka-i cariye bırakan, 2-Kendisinden istifade edilen bir ilim bırakan, 3-Kendisine hayır dua eden Salih bir evlat bırakan kimse,
Taziyede bulunmak
Hem ölen insana hem de geride kalan yakınlarına karşı yerine getirilmesi gereken bir görev de taziyedir. Taziye ölünün yakınlarına, “Allah rahmet etsin! Başınız sağ olsun! Allah geride kalanlara ömür versin” gibi sözlerle sabır dilemek, rahatlatıcı ve teselli edici sözler söyleyerek, acı ve üzüntülerini paylaşmaktır. Taziye vesilesiyle ölene dua edilir ve Kur’an okuyup sevabı bağışlanır.
Taziye süresi genel olarak aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Bu süre içinde yapılması daha uygun olur. Böylece ölenin yakınlarının daha erken acılarını unutup normal hayata döndürülmeleri sağlanmış olur. Ancak uzakta oturanlar veya geç haber alanların daha sonra da taziyede bulunmaları mümkündür.
Ölünün varsa vasiyetlerini yerine getirmek
Vasiyet; ölümden sonraya bağlı olmak üzere bağış (teberru) yoluyla bir malı bir şahsa temlik etmek, bırakmaktır. Bir kişi, mal ve haklarının en fazla üçte biri üzerinde ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir, geriye kalan üçte iki vârisler namına korunmuş hissedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), malının yarısını vasiyet etmek isteyen bir sahabeye üçte birini vasiyet etmesini söylemiştir. Vârisler fakir ise vasiyet etmemek daha faziletlidir. Terekenin üçte birinden daha fazla olan veya vârislerden herhangi biri lehine yapılacak vasiyet ise diğer vârislerin iznine bağlı olarak geçerlidir. Zira vârise vasiyet câiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde;
“Allah Teâlâ her hak sahibine hakkını vermiştir. Bu sebeple, vârise (vârislerden biri lehine) vasiyet yoktur.” buyurmuşlardır. Bu genel hükümlere bağlı olarak:
Kul hakkı olan borçların ve Allah hakkı kapsamında ele alınan oruç fidyesi, zekât, kefaret gibi malî yükümlülüklerin ödenmesini vasiyet etmek vaciptir. Mirastan pay alamayan fakir akrabalara vasiyette bulunmak müstehap, günahlar ile meşgul olan kişiye vasiyet ise mekruhtur.
Fahri SAĞLIK
Emekli Müftü
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.