Bir Medeniyetin Eğimle İnsanı Ulaştırdığı Rütbeye
Örnek Şahsiyet Sedefkâr Mehmet Ağa
Kitap okumak, düşünceyi besleyen en önemli unsurlardan biridir. Abdullah İbn Mübarek “Okumadan tekâmül etmek isteyene şaşarım” diyor. Hiç şüphesiz okumak ufku açar, insanın bakış açısını daha güçlü hale getirir. Aliya İzzet Begoviç’te kitap okumayla ilgili “Okumak özgürlüğe uçmaktır” der. İnsan okudukça gelişir. Yeni şeyler öğrenir. Öğrenmenin yaşı yoktur. Aktif eğitim yıllarından sonra insanı eğiten yegâne araç kitaplardır. Bunu Voltaire şöyle ifade eder:
“Kitabın yaprakları, bizi aydınlığa götüren kanatlar gibidir.”
Kitapla ilgili bu girizgahı bir seyyah gibi gezmenin yanı sıra çok kitap okuyan birisi olarak yaptım. Geçenlerde elime bir kitap geçti. Kitabın adı “Sanat ya hu”, yazarı ise İsmail Erdoğan. Önsözünde “bu kitaptaki yazılar bir derdin, bir çabanın ürünü” diye belirtmiş. Müslümanların sanat alanında neden olmadıkları derdinden yola çıkarak sanata dair çok güzel konuyu işleyen İsmail Erdoğan kitabının bir bölümünde Osmanlı döneminde devşirme olarak alınan bir şahsın mükemmel bir mimara dönüşünü anlatmış. “Sanat kâinatın içindedir. Sanatkâr bunu oradan çıkarabilendir” ifadesini kullanan Albrecht Dürer’in söylediği sözü doğrularcasına benliğindeki sanatçılık ruhunu aşikâr eden ve bugün de hayranlıkla baktığımız eserleri ortaya koyan bu şahıs devşirilen Sedefkâr Mehmet Ağa. Adeta bir medeniyetin izdüşümü olan Sedefkâr Mehmet Ağa’yı bir devşirme iken bugün bütün dünyanın hayranlıkla baktığı, Sultanahmet Camisi’ni inşa edecek seviyeye ulaştıran medeniyetin, insanı nasıl dönüştürdüğüne hayran kalmamak elde değil. Nasıl bir eğitimden geçti ki bugün bile sırrını çözemediğimiz eserler ortaya koyar hale geldi.
Devşirme, bildiğiniz gibi Osmanlı Devleti’nin fethettiği topraklardan, özellikle de Balkanlar’dan gayri Müslüm tebaanın genç ve yetenekli çocuklarını toplayarak, nitelikli ve disiplinli bir eğitimden geçirdikten sonra üstün bir asker veya bürokrat oluşturulması sistemidir. İlk olarak 1438 Sultan I. Murad döneminde kurulduğu kaynaklarda belirtilen bu sistem ile sultana sadık bir asker ve memur grubu oluşturulmaya çalışılmıştır. Rum Mehmed Paşa, Yunus Paşa, Rüstem Paşa, Sokollu Mehmed Paşa, Pargalı İbrahim Paşa ve Kuyucu Murad Paşa bu devşirme sistemiyle yetiştirilip bürokrat olarak görevlendirilenlerdendir. Bu devşirmelerden biri de 1562-63 senesinde “Acemioğlanı” olarak Rumeli’den devşirilerek İstanbul’a getirilen Mehmed Ağa’dır.
Kanuni Sultan Süleyman'ın son dönemlerinde getirtilen Mehmet Ağa, 5 yıl boyunca ulufesiz çalıştırılmış, gelişinin altıncı yılında ulufeye yazılabilmiş, Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra türbesinde bir yıl bahçe bekçiliği yaptırılmış bir devşirmedir. Bahçe bekçiliğinden sonra Topkapı Sarayı’ndaki Hasbahçe'ye tayin edilen devşirme Mehmet, burada Acemi oğlanlarının musikî meclisinden etkilenerek bir saz edinmenin yoluna düşmüştür. Kısa sürede saz çalmayı öğrenmiş öyle bir saz çalışı varmış ki, saz çalarken elinin hayali görünmez olmaya başlamış. Usta bir sazende olarak hayatına devam ederken bir gün bir rüya görür. Rüyasını Vişne Mehmet Efendi’ye yorumlatır. Onun yorumundan sonra sazendeliği bırakır yeni bir sanatın yolunu tutar. Bu seferki uğraşacağı sanat o dönemde Osmanlı da çok yaygın ve önem arz eden sedefkârlık!
Sedefkârlık yapmaya başlamasıyla Mimarların radarına giren devşirme Mehmet bir süre sonra Mimar Sinan’a talebelik yapmaya başlar. 1570'ten 1589 yılına kadar süren bu talebelik sonrası Muhzırbaşı olarak atanır. Mimar Sinan'ın ölümünün ardından Mimar Davud Ağa ve Dalgıç Ahmed Paşa’dan mimarlık ilmini öğrenmeye devam eder. Sedefkârlık ve mimarlık yapmaya devam ederken kendisine imparatorluk yolu açılır. 1590 yılında kulle sofisi olur ve Mısır’a gider. Bu görevde iken bütün Arabistan’ı dolaşır İstanbul’a döndükten sonra da sultanın emriyle Rumeli teftişine çıkar. Selanik, Arnavutluk, Malta, İspanya, Bosna, Frengistan, Budin, Erdel, Eflak, Boğdan, Kırım, Kefe, Silistre, Niğbolu, Semendire ve Belgrat'ı görüp tekrar İstanbul’a döner. Dönüşüyle birlikte Diyarbakır’a müsellim olarak gönderilir ve altı ay bu bölgeyi yönetir. Daha sonra da Şam-ı Şerif’e müsellim olarak atanır.
1598'de Su Nazırı tayin edilir ve sekiz yıl bu görevde bulunur. Ardından 1606 yılında mimarbaşı olur. 1609-1610 yıllarında At Meydanı’nda Sultanahmet Camisi’nin temeli atılır. Caminin temel kazma işi 36 gün, yapımı ve tamamlanması 7 yıl sürer.
Devşirmelikle başlayan bir hayat hikayesi mimarbaşı olarak Sultanahmet Camisi’nin yapımına kadar getirir Sedefkâr Mehmet Ağa’yı. Osmanlı Devleti’nin, İstanbul’un tarihi zenginliklerinin ve kültürel mirasının en güzel örneklerinden biri olarak ayakta duran, ziyaretçilerini büyülü yolculuğa çıkartan eseri ortaya çıkartan devşirme Mehmet nasıl bir eğitimden geçti ki günümüzde dahi ibretle anılıyor. Bugün herkes eğitim sisteminden ve eğitimcilerden şikayetçi. Alın size örnek ortada. Ecdadımız nasıl bir eğitim uyguluyordu ki devşirmesi bile öyle bir iman ve ilim sahibi. Kadim medeniyetin torunları bugün sadece bu eserlere hayranlıkla bakıyor. Yabancıların “The Blue Mosque” dedikleri Sultanahmet Camisi görenleri tekrar tekrar baktıran eser. İçindeyken insan hiç çıkmak istemiyor. Bu eser bize şunu söylüyor. Eğer bir insanı doğru şekilde yetenekleri doğrultusunda eğitir ve yetiştirirseniz kâinat var olduğu sürece hem kendisi hem eseri bayrak gibi dimdik ayakta durur.
İnsanın nasıl yetişip kemal bulduğunu gösteren şaheserin varlığının arka planını düşünmek durumundayız. İnsan hiçbir şekilde kolay yetiştirilemiyor. Çok emek istiyor. Her şeyden önce insanın yeteneklerini keşfetmeliyiz. Keşfedilen yetenek doğrultusunda eğitim verirseniz nice Sultanahmetler yapılır. Eğitim de hala yetenek keşfinden çok uzağız. Bırakın keşfetmeyi bastırıp yok olmasını sağlıyoruz. Yetenek keşfetmek elbette yeterli değil ama işin en başı. Sonrasında ise hayatın içinde pişmek var. Bu pişmeye de eğitimciler hazırlayacak. Eğer bir insana doğru bir eğitimci temas etmez ve onu yoğurarak pişirmezse, yeteneğini keşfetse dahi bir Mimar Sinan, bir Sedefkâr Mehmet Ağa, bir Akşemseddin ve niceleri ortaya çıkmaz. Yumuşak huylu, alçak gönüllü, sağlam karakterli, dinine bağlı ve akıllı bir kişi olan Sedefkâr Mehmet Ağa, üstünlüklerini gizler, bunlarla övünmez, iyi kalpli ve cömert biriydi. Her daim misafirlerini iyi bir şekilde ağırlar, onlara hediyeler verirdi. Sadaka dağıtmayı çok sever, helâlinden sadaka vermek için sedef işleri yapar ve bunları sattırarak fakirlere dağıtırdı. Ayrıca devrin bilginleri, şeyhleri, sultanları ve vezirleriyle sohbet etmeyi çok severdi.
Sultan Ahmed Külliyesi haricinde Kuyucu Murad Paşa Külliyesi ve Ekmekçizâde Ahmed Paşa Külliyesini inşa eden, mimarbaşı olduğu dönemde Ayasofya’nın onarımı ve Haseki Camisine kubbe eklenmesi gibi işler yapılan Sedefkâr Mehmet Ağa, 1618 yılında vefat etmiştir.
Bir medeniyetin izdüşümü olarak kabul edebileceğimiz hayatı yaşayan Sedefkâr Mehmet Ağa,’yı bugün bile rahmet ve minnetle anıyoruz. Eğitimin bir insanı nasıl değiştirdiğinin müşahhas bir örneği olarak gözümüzün önünde duruyor.
Yazımı iki önemli söz ile tamamlıyorum.
Herbert Read “Sanat insanın kendi insanlığını tanıması”dır der. Hippokrates de “Bilim ve sanat uzun, ömür kısadır” diyerek kısa ömrü iyi işlemek gerektiğini ifade ediyor.