Son günlerde İsrail’in Suriye’ye yönelik müdahalesi, sadece bölgesel güvenlik tartışmalarını değil, Ankara’nın stratejik pozisyonunu da yeniden gündeme taşıdı.
Şam’a düzenlenen hava saldırıları, bölgede yeni bir kırılmanın habercisi olabilir. Dürzü grupların sahada aktif biçimde kullanılmasına kadar uzanan bu operasyon, İsrail’in Suriye içindeki etki alanını genişletme arzusunu gözler önüne seriyor.
Bu gelişmelerin hemen ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın YPG’ye yönelik sert çıkışı geldi:
“Milli güvenliğimize yönelik doğrudan bir tehdit algılarsak, müdahale ederiz.”
Bu açıklama sadece bir uyarı değil; aynı zamanda Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin belirginleşmesi açısından kritik.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli de benzer bir mesaj verdi.
Terörsüz Türkiye’ye adım adım yaklaşılırken, YPG/PYD'nin süreci ağırdan alarak baltalamaya çalışmasının “çirkeflik” olduğunu vurguladı.
Bu çıkışlar, Ankara’nın artık sabrının tükenmeye başladığını ve sahada daha net hamleler hazırlığında olduğunu gösteriyor.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve YPG saflarında son günlerde gözle görülür bir söylem değişikliği var.
Önceleri Şam yönetimiyle entegrasyon sinyalleri veren bu gruplar, yeniden ayrılıkçı söylemlere yöneldi.
Özellikle PYD yetkililerinin yaptığı açıklamalarda özerklik taleplerinin yeniden gündeme gelmesi, bu değişimin en bariz göstergesi.
2016’da Afrin’deki gelişmeler sonrası YPG’nin Şam ile geçici iş birliği yapması, Türkiye’nin sınır hattında yeni güvenlik koridorları oluşturmasına yol açmıştı.
Ancak görünen o ki, bu iş birliği bugün yerini yeniden kopuşa bırakmış durumda.
İmralı’dan 27 Şubat’ta yapılan açıklamalar, PKK ve PYD’nin silah bırakma konusundaki isteksizliğini ortaya koydu.
Özellikle PYD yetkililerinin, “Şartlar olgunlaşmadan hiçbir adım atmayacağız,” yönündeki tutumları, çözüm sürecinin en temel şartını zora sokuyor.
Silah bırakma şartlarının bilinçli olarak ağırlaştırılması, sürecin sabote edilmesi anlamına geliyor.
Türkiye, benzer bir durumu geçmişte Oslo görüşmelerinde de deneyimlemişti.
Sürecin ilerlemesi için diplomatik jestler yapılırken, örgüt tarafı güvenlik ve siyasi imtiyaz taleplerini artırmıştı.
Bugün de benzer bir kısır döngü yaşanıyor.
İsrail’in Trump–Parrack ikilisinin Suriye politikalarını baskı altında tutarak Ankara’ya karşı bir strateji geliştirmesi, dikkatle izlenmesi gereken bir başka boyut.
ABD’nin Paris’teki toplantılar aracılığıyla bölgedeki muhalifleri bir araya getirme çabası da sonuç vermedi.
Bu, birleşik bir Suriye umudunun giderek zayıfladığını gösteriyor.
Federal Suriye modelinin gündeme gelmesi, bölgeyi yeni bir iç savaşa sürükleyebilir.
Türkiye’nin müdahalesi, bu senaryonun önünü kesebilecek tek gerçekçi seçenek olarak duruyor.
Ancak bu müdahalenin, uluslararası diplomasi açısından getireceği riskler ve faydalar da iyi hesap edilmeli.
YPG, bugüne kadar zaman kazanmaya yönelik bir politika yürüttü.
Özellikle ABD'nin bölgeden çekilme sürecinde pozisyonunu koruyarak yeni ittifaklar kurmayı denedi.
Trump yönetimi döneminde Ankara’nın olası müdahalesi çeşitli diplomatik yollarla ertelendi.
Ancak Türkiye sabırla bekledi, bölgedeki dengeleri zorlamadan çözüm arayışlarını sürdürdü.
Fakat şimdi Suriye’den gelen savunma iş birliği çağrısı, oyunun kurallarını değiştirme potansiyeline sahip.
Bu çağrı, Ankara’ya uluslararası meşruiyet zemini oluşturabilir.
Eğer Türkiye sahaya inerse, bu adımı kimse hukuksuz olarak değerlendiremeyecektir.
Tıpkı geçmişte Irak’taki PKK kamplarına düzenlenen operasyonlarda olduğu gibi.
Sonuç olarak, Ortadoğu’nun bu sıcak satranç tahtasında hamleler artık gizli değil, açık oynanıyor.
Ankara’nın stratejik sabrı artık sınırda.
Ve eğer barışçıl yolların tükendiğine kanaat getirilirse, Türkiye bölgesel düzeyde oyunun en aktif oyuncusu olmaya hazırlanıyor.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.