31.05.2025 15:03:00

ÖZEL OKULLAR VE KURSLAR SORUNSALI: BİR SEKTÖRÜN AYAKTA KALMA MÜCADELESİ

Son 15 yılda Türkiye’de özel öğretim kurumlarının, özellikle özel okulların ve özel kursların sayısında büyük bir artış yaşandı. Eğitim sektörü, devletin sırtındaki yükü hafifletmek amacıyla özel girişimcilere açıldığında, bu alan bir anda yatırımcıların cazibe merkezlerinden biri haline geldi. Veliler daha iyi imkanlar ararken, yatırımcılar da bu talebi fırsata çevirdi. Ne var ki, bugün geldiğimiz noktada bu hızlı büyüme beraberinde ciddi yapısal sorunları da getirdi.

EKONOMİK SALINIMLAR VE ÇÖKÜŞÜN EŞİĞİNDEKİ OKULLAR

Özellikle son yıllarda yaşanan ekonomik kriz, özel öğretim kurumlarını adeta birer birer yutmaya başladı. Güçlü sermaye yapısına sahip olmayan birçok okul, hem velilere hem de çalışanlarına karşı sorumluluklarını yerine getiremez hale geldi. Eğitim kadrosunun maaşları gecikti, hizmet kalitesi düştü, öğrenci kayıtları azaldı ve sonunda bazı kurumlar ya kapanma kararı aldı ya da dönemi tamamlamadan faaliyetlerini durdurdu.

2024-2025 eğitim-öğretim yılı içinde Türkiye genelinde kapanan özel okul sayısı yüzlerle ifade edilir durumda. Bu kapanışlar sadece okul yönetimini ve öğretmenleri değil; öğrencileri, velileri, servis taşımacılığını yapan firmaları, okul çevresindeki esnafları ve hatta inşaat sektöründen müteahhitleri bile doğrudan etkiliyor. Yani özel okullar sadece bir eğitim kurumu değil, bulundukları bölgede ekonomik ve sosyal bir ekosistem yaratıyorlar.

ZORUNLU TERCİH Mİ, FARKLI BİR EĞİTİM ARAYIŞI MI?

Bugün birçok veli, istemese de çocuklarını özel okula göndermek zorunda kalıyor. Kalabalık devlet okulları, sınav odaklı eğitim sistemi, bireysel ilgi eksikliği ve rehberlik hizmetlerinin yetersizliği gibi nedenler velileri özel eğitime yönlendiriyor. Bazı bölgelerde devlet okullarının fiziksel koşullarının yetersizliği de bu yönelimi artırıyor. Ancak her veli ekonomik anlamda bu tercihi uzun soluklu sürdüremiyor.

Bu noktada özel okulların varlığı, sistemin bir alternatifi olmaktan çıkıp adeta zorunlu bir ihtiyaç haline dönüşüyor. Ancak bu "zorunlu ihtiyaç" politik olarak desteklenmediğinde, sistem sürdürülebilir olmaktan uzaklaşıyor.

AVANTAJLAR VE GERÇEKLER

Özel okullar, genellikle daha düşük sınıf mevcutları, bireysel takip imkanı, zengin sosyal etkinlik programları, yabancı dil eğitimi ve fiziki imkanlarıyla öne çıkıyor. Nitelikli yönetim kadroları ve deneyimli öğretmenlerle donatıldığında, gerçekten fark yaratan kurumlara dönüşebiliyorlar. Ancak sektörün tamamı bu standartlarda değil. Eğitim vizyonu olmayan, sadece ticari kaygıyla açılan bazı kurumlar hem sektörü zedeliyor hem de güven sorunu oluşturuyor.

ÖZEL KURSLAR: SINAV BASKISININ GÖLGESİNDE

Benzer bir durum özel kurslar için de geçerli. Özellikle üniversite ve lise sınavlarına hazırlık kursları, devletin okulda sağlayamadığı akademik desteği sunma iddiasıyla ortaya çıkıyor. Bu kurslar, doğru planlama ve pedagojik anlayışla yürütüldüğünde ciddi başarılar elde edilebiliyor. Ancak burada da benzer şekilde yasal belirsizlikler, denetimsizlik ve ekonomik baskılar kursları zorluyor.

NE YAPILMALI?

Özel eğitim kurumları, ticari bir işletme mantığının ötesinde, kamu hizmeti sundukları gerçeğiyle yönetilmeli.

Devlet, özel okul ve kurslara yönelik denetim mekanizmalarını daha nitelikli hale getirmeli.

Eğitim teşvikleri yeniden gündeme alınmalı, özellikle ihtiyaç sahibi öğrencilere özel kurumlarda eğitim alma fırsatı tanınmalı.

Sektöre giriş yapan yatırımcıların eğitim vizyonu taşıması sağlanmalı.

Veliler ise bilinçlendirilerek sadece gösterişli binalar ve süslü kataloglar yerine eğitimin içeriğine odaklanmalı.

---

Sonuç olarak:

Özel öğretim sektörü, ülkemizin eğitim çeşitliliği açısından önemli bir ayaktır. Ancak bugün hem finansal hem de yapısal krizlerle boğuşuyor. Bu sorunlara zamanında müdahale edilmezse, zincirleme etkileriyle birlikte toplumun her kesimini olumsuz etkileyecek daha büyük krizlerle karşı karşıya kalabiliriz. Eğitim bir ülkenin geleceğidir. Bu geleceği sadece kamuya değil, özel sektöre de emanet ediyoruz. O halde bu emaneti korumak hepimizin ortak sorumluluğu olmalı.

Göründüğü Gibi Olmayanlar Çağı

Dikkatimi uzun zamandır çeken bir mesele var: İnsanlar en çok neyin altını çiziyorsa, en çok neyi savunuyor ya da konuşuyorsa, aslında orada eksik bir şey vardır. Bu bir tesadüf değil, derinlerde yatan bir psikolojik gerçektir. İnsan, en çok nerede eksikse, kendini orada güçlü göstermeye çalışır. Bilinçli ya da bilinçsiz, hepimizin yaptığı budur: Yetersizliğin üzerini yüksek sesle örteriz.

Son yıllarda bu durumu en belirgin şekilde sosyal medya ortamlarında gözlemlemek mümkün. Özellikle "sevgi pıtırcığı" gibi davrananlar, her anını mutluluk ve aşk dolu pozlarla süsleyenler, çoğu zaman bu maskenin ardında bir boşluk gizler. Sürekli “aşk”, “sadakat”, “şükür” gibi sözcükleri tekrarlayanların, hayatlarında bu duygulara gerçekten ne kadar yer olduğuysa ayrı bir muammadır.

İşin en trajik tarafı ise, artık insanlar gerçekten “iyi” olmaya değil, “iyi görünmeye” çalışıyor. İyi bir anne ya da baba profili çizenler, çocuklarının yüzüne bile bakmıyor olabilir. Birlikte verdikleri samimi aile pozları, çoğu zaman içi boş, sadece takipçi kazanmak adına sergilenen vitrin süslerinden ibaret kalıyor.

Bu bir yanılsamanın, daha doğrusu kitlesel bir riyakârlığın portresidir. Ve ne yazık ki bu riyakârlık, günümüzün en prim yapan tavrıdır. Samimi olmak değil, doğru filtreleri seçmek önemlidir artık. Gerçek duygular değil, yazılan caption’lar daha çok ilgi çeker. Hâl böyle olunca, insanlar da zamanla kendilerine bile yabancılaşır. Çünkü sürekli başka birine dönüşme çabası, en sonunda kendi benliğini susturur.

Ama burada sadece bir gösteri ya da sahte mutluluk sorunu yok. Aynı zamanda bu bir manipülasyon aracına dönüşüyor. Gerçek olmayanı sürekli tekrar ettikçe, insanlar onun gerçek olduğuna inanmaya başlıyor. Böylece başkalarının zayıflıkları da utanılacak bir şey olmaktan çıkıyor; çünkü herkes güçlüymüş gibi yapıyor. Herkes “aşkla”, “sevgiyle” doluymuş gibi...

Oysa gerçek hayat böyle değil. Gerçek, paylaşılamayan anlarda gizlidir. Sessizliklerde, iç çekişlerde, göz göze gelmeden geçen akşamlarda... Ve çoğu zaman da konuşulmayan acılarda.

Belki de artık şu soruyu sormanın vakti geldi: Ne kadarımız gerçekten seviyoruz ve ne kadarımız sadece sevgiye dair bir imaj çiziyoruz?

Aşkı, sevgiyi, aileyi, sadakati dillerinden düşürmeyenlerin, bu kavramlarla olan gerçek bağları ne kadar sahici? Yoksa tüm bu kavramlar, yalnızca görünmek istediğimiz ideal kimliklerin süsleri mi?

Günümüzün en büyük aldatmacası, herkesin “iyi” görünmeye çalıştığı, ama kimsenin “iyi” olmak için çaba göstermediği bu tuhaf çağda gizli. Ve belki de en çok sevgi, en çok sadakat, en çok samimiyet söylemleriyle kirleniyor bu yüzden.

Gerçek olana ihtiyacımız var. İçten olana. Eksik olana rağmen dürüst kalabilene...


 


Ulaş Salih Özdemir

ALTIN FİYATLARINDA YENİ HEDEF 3 BİN 500 DOLAR
"TÜRK SİNEMASININ YAŞAYAN EFSANESİNDEN ZARİF POZ"
MAYIS AYI ENFLASYON VERİLERİ SALI GÜNÜ AÇIKLANACAK
EHLİYETLERİNİ YENİLEMEYEN SÜRÜCÜLER İÇİN BÜYÜK RİSK
"ÇAĞLA ŞIKEL'DEN SÖZEL ŞİDDET İTİRAFI"
ŞARKICI ŞİMAL YAŞAM MÜCADELESİNİ KAYBETTİ
OKULLARIN ERKEN TATİLİNE NET YANIT
"CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, UKRAYNA DEVLET BAŞKANI ZELENSKİY İLE TELEFON GÖRÜŞMESİ YAPTI"
"İSTANBUL VALİLİĞİ KARARIYLA METRO VE FÜNİKÜLER HATLARINDA GEÇİCİ KAPANIŞ"
ÖZDEN BİLGİŞ
MUHARREM YILDIZ
MEHMET TUVALAK
MUHAMMED MUSTAFA KARAYÜN
EKREM KAP
MEMİŞ TÜRCAN
HALİL İBRAHİM TÜRKGENÇ
MÜLAYİM DEMİRTAŞ
İLKER GÜRBÜZ
HAKKI KAYA
ENGİN DOĞRU
İSMAİL FARUK AKSU

YAZARLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.