Seçim Sandığı mı, Akıl Terazisi mi? Eğitim ve Bilgi Eşiğinde Demokrasi
Merhaba sevgili okurlarım. YouTube’da izlediğim bir sokak röportajı, ardından haber kanallarında dönen seçim tartışmaları... Tüm bunlar bana tek bir soruyu sordurdu: Seçme hakkı sadece yaşla mı sınırlandırılmalı? Yoksa bilgi, eğitim ve zihinsel olgunluk gibi kriterler de devreye girmeli mi? Türkiye’nin seçim standartlarını ve halkın bilgi seviyesiyle demokrasi arasındaki bağı sorgulayan bir yazı...
Bugün YouTube’da denk geldiğim “Sarı Mikrofon” kanalında yayınlanan bir sokak röportajı özellikle de “maddenin üç hâli” sorusuna verilen cevaplar beni yeniden ülkemizdeki eğitim ve bilgi seviyesini düşünmeye itti. Bu tür videolarda verilen yanıtlar sadece tebessüm ettirmiyor; aynı zamanda düşündürüyor, hatta ürkütüyor. Ardından Sözcü TV’de erken seçim tartışmalarına kulak verdim. Gördüğüm tablo, birbiriyle bağlantılı iki temel soruyu zihnime kazıdı:
Seçme hakkı için yaş sınırı gerçekten yeterli mi?
Bilgi, eğitim ve genel kültür seviyesi gibi kriterler demokrasinin niteliğini etkiler mi?
Demokrasilerde halkın yönetime katılımı, temel bir hak ve vazgeçilmez bir ilke. Ancak burada altını çizmemiz gereken nokta şu: Katılımın niteliği, demokrasinin kalitesini doğrudan etkiliyor. Eğer vatandaşın siyasal tercihleri bilgi eksikliğiyle, manipülasyonla ya da sadece kısa vadeli bireysel çıkarlarla şekilleniyorsa, o zaman seçim bir halk iradesi değil, bir kitle yönlendirmesi haline geliyor.
Gelişmiş ülkelerde bu konu belki tartışmaya dahi açılmaz; çünkü genel eğitim seviyesi, bilgiye erişim imkanları ve bireysel sorgulama yetisi toplumun büyük kısmına yayılmıştır. Ancak biz henüz daha kendi dilimizde net ve doğru iletişim kurmakta, temel bilimsel kavramları açıklamakta ya da ülke gündemini anlamakta zorlanırken, aynı bireylerin ülkenin kaderini belirleyecek sandığa gitmesi üzerine düşünmek gerekmez mi?
Tüm bu süreçler bana Aziz Nesin’in meşhur sözünü hatırlatıyor:
"Türkiye’de halkın yüzde 60’ı aptaldır."
Elbette bu söz çoğu zaman tepkiyle karşılanır ama asıl mesele hakaret değil; altındaki uyarıdır. Eğitim sistemi çökmüş, medya kirliliğiyle düşünce bulanmış, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan bireylerden oluşan bir toplumda, rasyonel ve uzun vadeli bir siyasal tercih beklemek ne kadar gerçekçidir?
Bugün ülkemizde milyonlarca kişi, “Sana iş, sana para, sana makarna” diyerek oy tercihlerini belirliyor. Bu bir tercihtir, evet, ama ne kadar bilinçlidir? Ekonomik kırılganlıklar üzerinden yapılan siyasal propagandalar, bireyin değil, kitlenin karar vermesini sağlıyor. Böylece sandıkta yansıyan, bireyin özgür iradesi değil; ihtiyaçları, korkuları ve yanıltılmış inançları oluyor.
Burada şunu önermek kolay değil, belki de mümkün değil:
Seçim için bir asgari bir düşüncel yeterlilik testi uygulansın.
Ancak şunu talep etmek hem meşrudur hem de gereklidir:
Eğitim politikaları, bilinçli bir yurttaş yetiştirmeye odaklansın. Medya okuryazarlığı, eleştirel düşünme ve temel bilgi seviyeleri artırılsın.
Demokrasi, sadece “herkesin oy hakkı olması” değil; herkesin bilinçli ve özgür iradesiyle oy kullanabilmesidir.
Eğer biz bu bilinç düzeyini oluşturamazsak, seçimler halkın değil, propagandanın zaferi olur.
Sandık, sadece sayılarla değil; bilgiyle, bilinçle ve sorumlulukla anlam kazanır.
Sevgili gençler, bu yazıyı belki bir sokak röportajı başlattı ama asıl mesaj size:
Demokrasi sadece oy vermek değil; neye neden oy verdiğini bilmektir.
İyi bir gelecek istiyorsak, önce bilgili bir toplum yaratmalıyız.
Bu toplumun temeli de sizlersiniz.
Bugün sadece bir video izleyip geçmeyin. Sorgulayın.
Neden böyleyiz? Neden daha iyi olamıyoruz? Sadece soru sorun. Cevaplar zaten gelecektir.
Unutmayın:
Sandık bir hak ama o hakkı değerli kılan, akıldır. Bilgidir. Vicdandır.
Sağlıkla kalın, hoş çakalın…
Sevgi Bora
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.