Toplumun düzenini ayakta tutan iki görünmez güç vardır: biri adalet, diğeri ise vicdan. Adalet, yasaların diliyle konuşur; vicdan ise kalbimizin fısıltısıyla. Biri olmazsa diğeri eksik kalır.
Adalet, insanın hakkını gözetmek için vardır. Ama vicdan olmadığında, adalet yalnızca kâğıtlara sıkışmış soğuk bir kelimeden ibaret olur. Çünkü gerçek adalet, sadece mahkeme salonlarında değil, insanın iç dünyasında da kurulmalıdır.
Düşünün, adalet terazisi dışarıda dengede olabilir; fakat eğer kalbimizdeki terazi eğilmişse, orada hak da, hukuk da yoktur. Vicdan, kimi zaman en sert cezadan daha ağırdır; çünkü insan kendi kalbinden kaçamaz. Gece yastığa başını koyduğunda, vicdanının sesi sana doğruyu söyler, yanlışını hatırlatır.
Bugün dünyada ve çevremizde gördüğümüz adaletsizliklerin çoğu, aslında insanların vicdanlarını susturmasından kaynaklanıyor. Gücü elinde tutan birinin vicdanı yoksa, adalet onun için yalnızca işine geldiği zaman hatırlanacak bir kavramdır. Oysa gerçek adalet, zayıfı koruyabilmekle ölçülür. Güçlünün değil, güçsüzün hakkını savunabiliyorsan adaletlisin.
Vicdanı olmayan adalet, kuru bir kanun maddesidir. Ama adaletle birleşmiş bir vicdan, insanlığa ışık tutan bir meşale gibidir. Tarih boyunca en çok hatırlananlar; büyük servetler, büyük güçler değil, vicdanıyla hareket edenler olmuştur. Çünkü insanlığın hafızasında yer eden tek şey, adaletle birlikte yaşatılmış merhamettir.
Belki de asıl mesele şudur: İnsan, önce kendi içindeki hâkime, yani vicdanına dürüst olmalıdır. Çünkü vicdanını susturan birinin adaleti, başkalarının hayatında büyük yaralar açar. Herkes önce kendi içinde hesap verebilseydi, dünyada hiçbir mahkeme yük altında kalmazdı.
Ve unutmamalıyız ki, gerçek adaletin temeli vicdanla atılır; vicdanın olmadığı yerde adalet yalnızca bir yanılsamadır. Adaletin olmadığı yerde ise toplum, eninde sonunda çürür.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.