Kadın: Susturulmuş Bir Yüzyılın Aynası
Toplumun kadına biçtiği rol, hâlâ özgürlüğün önünde en büyük engel.
Bu ülkede kadın olmak hâlâ bir mücadele biçimi. Yürürken, konuşurken, giyinirken hatta sadece nefes alırken bile açıklama yapmak zorunda kalmak... Kadının hayatı, hâlâ bir savunma metni gibi yaşanıyor.
Toplum, kadını koruduğunu iddia eder ama aslında kontrol eder. “Kadın kutsaldır” der ama sözünün sonuna hep bir şart koyar. “Kadın güçlüdür” der ama güçlü kadından rahatsız olur. Bu çelişkilerin arasında büyüyen her kadın, önce kendini değil, başkalarının beklentilerini taşır.
Kadın psikolojisi, işte bu baskının içinde şekillenir. Kız çocuğu daha küçük yaşta “fazla gülme”, “fazla konuşma”, “fazla isteme” diye uyarılır. Kadına haddini öğretmek, neredeyse bir toplumsal refleks hâline gelmiştir.
Ama kimse sormaz: Bu kadar susturulan bir sesin içinde neler birikiyor?
Bugün bir kadın çalışmak istese “aileni ihmal etme”, sokağa çıkmak istese “geç oldu”, düşüncesini dile getirse “ağzı çok laf yapıyor” deniyor. Kadının attığı her adım, toplumun ölçüsüne göre tartılıyor. Ama kimse o terazinin ne kadar çarpık olduğunu görmek istemiyor.
Artık kadınlar sessiz değil. Artık “sus” diyenlere boyun eğmiyor.
Çünkü biliyorlar ki sessizlik, en büyük onayı verir. Ve kadınlar artık bu onayı geri çekiyor.
Bir toplumun vicdanı, kadına nasıl davrandığıyla ölçülür. Kadının sustuğu yerde adalet de susar, merhamet de. Bu ülke gerçekten ilerlemek istiyorsa, önce kadının sesine kulak vermeyi öğrenmeli.
Çünkü kadın konuşursa, toplum iyileşir. Kadın özgürleşirse, ülke nefes alır.
Ama kadın hâlâ korkuyorsa, hepimiz zincirliyiz demektir.
Duygu Daşdemir