Kadının İçindeki Devrim
Toplumun en büyük yalanlarından biri, kadınların yalnızca kurban olduğu hikâyesidir. Oysa çoğu zaman kadın, kendi içindeki celladı kendi elleriyle besler. Sevgiyle sabrı karıştırır, sessizliği olgunluk zanneder, susmayı sevgi sanır. Sonra bir gün fark eder ki; sevdiği adamın elinde tuttuğu bıçak, aslında yıllarca kendi elleriyle bileylediği bir bıçaktır.
Kadın, doğası gereği “tamir etmeye” meyillidir. Ama bazen tamir etmeye çalıştığı şey, onu yavaş yavaş çürütür. “Belki değişir,” umuduyla başlayan hikâyeler, çoğu zaman bir kadının içsel çöküşüne dönüşür. En büyük yanılgı budur: Sevgiyle kendini feda etmek arasında ince bir çizgi vardır. Kadın o çizgiyi geçtiğinde, kendi ruhunun sessiz infazını başlatır.
Toplum, kadına hep “sabretmeyi” öğretmiştir. Ama kimse ona “kendini korumayı” öğretmez. Kadınlar bu yüzden kendi kalelerinde esir düşer. Kapıyı dışarıdan kimse kilitlemez; ama içeriden kadınlar kendileri kilitler. Anahtarı da “aşk” zannederler.
Bir gün aynaya bakar kadın; gözlerinde yorgun ama uyanmış bir ışık vardır. İşte o an, kendi celladını tanır. Ve o celladı öldürmeye karar verdiğinde — dünya sessizce sarsılır.
Yüzyıllar boyunca kadınlara biçilen roller hep aynıydı: uysal ol, sus, dayan. Ama artık bu çağ, suskun kadınların değil; sesini kesene karşı haykıran kadınların çağıdır. Artık kadın korkmuyor. Çünkü fark etti: En büyük korku yalnızlık değil, kendi benliğini kaybetmekmiş.
Celladını öldüren kadın, sadece kendini değil, sistemin dayattığı zincirleri de parçalar. Her “hayır” deyişi bir başkaldırıdır. Her “ben varım” cümlesi, yüzyıllardır bastırılan kadın bilincinin yankısıdır.
Artık kadın “kurtarılmayı” beklemiyor. Kendi hikâyesini, kendi kalemiyle yazıyor. Toplumun çizdiği dar kalıpları reddediyor: “Kadın gibi davran.” “Fazla konuşma.” “Gülme.”
Hepsine tek bir cevap veriyor: “Ben insanım.”
Celladını öldüren kadın artık geçmişin gölgesinde değil, geleceğin ışığında yürüyor. Onu susturmak isteyen her sesin karşısında bir devrim yankılanıyor. Bu devrim meydanlarda değil; kalplerde başlıyor.
Kadın artık kendini affediyor. Kendini suçlamıyor, saklamıyor, eğilmiyor. Gözyaşlarını zayıflık değil, yeniden doğuş olarak görüyor. Ve en önemlisi: Kendi içindeki celladı gömüyor. Üstüne bir çiçek ekiyor, adını koyuyor: özgürlük.
Artık kadınlar kendi cellatlarını değil, kendi devrimlerini yaratıyor. Kendini susturmuyor, kendini yargılamıyor, kendini seviyor. Bu bir moda değil, bir başkaldırı. Yüzyılların sessizliğine karşı bir çığlık.
Kadın artık kurban değil. Kurtarıcı da değil. Sadece kendisi.
Ve işte bu — tarihin en sessiz ama en büyük devrimidir.
Kadının İçindeki Devrimdir.
(Yazar: Duygu Daşdemir)
Anahtar Kelimeler: kadının içindeki devrim, Duygu Daşdemir, kadın özgürlüğü, içsel güç, toplumsal dönüşüm, kadın bilinci, özgürlük, feminizm, kişisel uyanış, kadın hikayeleri