Geçtiğimiz gün sosyal medyada gezinirken bir videoya denk geldim. Anne bir akrep, yavrularının yaşaması için kendini feda ediyordu. Evet, yanlış duymadınız; yavruları, annenin bedenini yiyerek hayatta kalıyorlardı. Buna “matrifaji” deniyor: annenin, yavrularını yaşatmak uğruna kendini feda etmesi.
İlk anda bir ürperti sardı içimi; tüylerim diken diken oldu. Bir hayvanın bu denli büyük bir fedakârlık yapması insana ters geliyor. “Bu kadar da olmaz,” diye düşündüm bir an. Sonra kendi coğrafyam geldi aklıma… Kendi annem, eşim, sokakta çocuğuna ayakkabı bakan yorgun kadınlar… Belki bedenlerini değil ama ruhlarını, zamanlarını, gençliklerini, umutlarını, hayallerini hiç düşünmeden evlatlarına sunan o koca yürekli kadınlar.
Bir annenin çocuğu için geceleri uykusuz kalması da bir matrifaji değil mi? Ya da soğuk bir kış günü kendi kabanını çocuğuna giydirip, kendisi titreyerek yürüyen kadın? O kadar tanıdık, o kadar içimizden bir şey ki… Bu, sadece bir hayvan davranışı değil; doğanın, sevginin, özverinin, anneliğin ortak dili.
Bazen bir akrep, bize insan olmayı hatırlatır. Bazen bir video, hayatın içindeki görünmeyen kahramanları fark etmemizi sağlar. Belki annemizi arayıp teşekkür etmenin tam zamanıdır. Belki eşimizin gözlerine bakıp o sessiz kahramanlığı takdir etmeliyiz. Çünkü onlar, bedenlerini değilse bile, ruhlarını her gün biraz daha evlatlarına yediriyor. Ve biz buna sadece “annelik” diyoruz.
Tam da bu yüzden, hayatı ve geleceği tüketen her şeye itiraz etmeliyiz. Kırşehir, doğal güzellikleri ve tarihî zenginlikleriyle anılması gerekirken, şehir merkezine ve içme suyu kaynaklarına yakın bir altın madeni tehdidiyle anılıyor. Seyfe Gölü Milli Parkı’nın yanı başında yürütülen madencilik faaliyetleri, hem ekosistem hem de bölge halkı için ciddi riskler barındırıyor. Kervansaray Dağları’nın sondajlarla delik deşik edilmesi ve siyanür kullanılan altın havuzları yeraltı su yollarını etkileyebilir; biyoçeşitliliği yok edebilir, tarım ve hayvancılığı zora sokabilir, halk sağlığını riske atabilir.
Birçok uzman uyarıyor: Siyanür, toprak ve suya sızdığında ekosistem üzerinde kalıcı ve nesiller boyu sürebilecek tahribatlar bırakabilir. Bu yalnızca doğayı değil, insanların yaşam kalitesini de doğrudan tehdit eder. Üstelik, böylesi projelerin çevreye duyarsız biçimde sürdürülmesi, sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle açıkça çelişiyor.
Yetkililerin bu konuda duyarsız kalması kabul edilemez. Kamuoyunun bu çevre tahribatına karşı daha gür bir ses çıkarması gerekiyor. Gerekli denetimlerin yapılması, ÇED süreçlerinin şeffaf ve bilimsel biçimde işletilmesi ve halkın çıkarlarını koruyacak önlemlerin derhâl alınması hayati önemde. Altın çıkarılması uğruna doğal zenginliklerin, su kaynaklarının ve halk sağlığının feda edilmesi, sadece çevreyi değil; insanlık tarihini ve kültürünü de tahrip etmektir.
Yerli halkın sağlığı ve çevrenin korunması için bu projelerin durdurulmasını talep ediyorum. Yetkililere çağrımdır: Doğayı, suyu, toprağı; yani yarınlarımızı koruyun. Çünkü gerçek annelik, yalnızca çocuklarını değil, onların nefes alacağı dünyayı da korumaktır.